Merhaba Arkadaşlar,
O sabah diğer pek çok sabah olduğu gibi gün benim için erken başlamıştı. Saat 07:15 sularında şirketteki masama oturmuş, sıcak kahvemi yudumlamakta ve gece yapılacak olan etkinliğin içeriğine bakmaktaydım. İlk defa katılacağım bir etkinlikti. Vakit çok çabuk ilerlemişti. Akşam olmuş, müdürümden aldığım 1 saat erken çıkabilme izni ile Kadıköy vapur iskelesinin yolunu tutmuştum.
Öncesinde eve uğrayıp gerekli ekipmanımı almıştım. Laptop çantası, HD Kamera ve tabiki emektar fotoğraf makinem. Çantalar bir arada epey bir yük oluşturmuştu. Ağırlardı. Yolculuğun ilerleyen zamanlarında bu yükün beni az da olsa yoracağını tahmin ediyordum. Ama özellikte dönüşte o kadar çok yoracağını hayal bile edemezim. Metrobüs sağolsun
Kadıköy vapur iskelesine geldikten kısa bir süre sonra, etkinlikte benimle birlikte görev alacak sevgili meslektaşlarımlar buluştum. Ercan Bozkurt, Atilla Ersen Öztekin ve Alperen Kaplan…
İstikametimiz belliydi. Edirne Trakya Üniversitesi
Trakya Üniversitesinden Sezer Ural ve Fevzi Yılmaz’ ın önemli katkıları ile hazırlanan Code Night etkinliğine doğru yola koyulmuştuk.
İlk olarak vapurla Eminönüne geçtik. Oradan tramway ile de Fındıkzade’ ye vardık. Tramway yolcuğumuz ayrı bir macera idi. O kompartman içerisine nasıl sığdığımızı anlamaya çalışırken sıradaki durağa gelmiş ve üstümüze bir kaç bin insan daha dahil etmiştik.
Halen daha o trenden nasıl indiğimizi hatırlayamıyorum. Özellikle de bulunduğum kapının tam tersi istikametinden. Oysaki durağa gelene kadar dua etmiş ve inşallah kardeş olduğum kapı tarafından ineriz demiştim
Atilla arkadaşımızın ağabey’ i sağolsun bize arabayı getirmişti ve saat 19:30 sularında Fındıkzade’ den yola koyulduk. Tahmin edileceği üzere İstanbul’ dan çıkabilmek, çıktıktan sonra Edirne’ ye varmak için harcadığımız zamandan daha uzun sürmüştü Ama sonunda 22:00’ da başlayacak olan etkinliğe 23:00 sularında varmayı başarmıştık.
İlk defa gece 23:00 sularında bir eğitim verecektik (en azından benim için böyleydi. Daha önce hiç Zombie olmamıştım) Tahminlerime göre diğer hocalarımızın da yaşamadığı bir durumda. Gerçi onların asıl işi sabaha kadar kod yazabilmekti. Ben ise ayağımızın da bir çukurda olması sebebiyle genelde ekren uyurdum.
Malum Üniversiteler(özellikle Devlet üniversiteleri), gece olsun, hafta sonu Pazar günleri olsun, labarotuvalarını/sınıflarını bu çeşit etkinliklerine pek açmıyorlardı(ya da açmak istemiyorlardı)
Tabi onların da kendilerine göre haklı sebepleri vardı. Sonuçta, yapılan etkinlikerin hangi amaca hizmet ettiği, tehlike arz edip etmediği vb pek çok ekten vardı ortada. Sanırım bu sebepten bazı günler için(özellikle Pazar’ ları) Valilik gibi yerlerden izin almak bile gerekebiliyordu. En azından Rektörlüğün izin vermesi şarttı.
Bu nedenle Trakya Üniversitesi’ nden sevgili arkadaşlarımız (Sezer Ural ve Fevzi Yılmaz) Amerikan Kültür Derneği’ nin Edirne şubesini bizim için ayarlamışlardı. Yandaki fotoğraftaki binayı açıkçası sabah gündüz gözü ile fark edebilmiştim.
Toplamda 3 kata ve 3 ayrı sınıfa bölünmüş olaraktan 60+ katılımcı yer alıyordu. Herkesi aynı sınıfa sığdıramadığımızdan bu şekilde ilerlemek durumundaydık. Bu yüzden ekipler yaklaşık olarak 20şer kişilik gruplar halinde sınıflara dağıldılar.
Sonuç olarak ben WCF(Windows Communication Foundation) konusunu 3 ayrı sınıfa aynı şekilde anlatmaya çalıştım. Diğer hocalarımızda benzer olarak Windows 8 ve Windows Phone 8 konularını aktardılar. Çok doğal olarak yaptıklarımız Hello World seviyesini geçmeyecekti ama en azından geliştirmeye çalışacakları uygulamalarda kick-off için yeterli olmalıydı. Son sınıfa girdiğimde ve eğitimi tamamladığımda saat 03:30lar civarındaydı.
Kalan zaman diliminde ekipler birer uygulama geliştirmeye çalışacak ve bizlere sunacaklardı. Bu uygulamalarda servis kullanmak istiyorlarsa diye ben WCF anlatmaya çalışmıştım.
Açıkçası ortaya çıkan uygulamalardan birincisinde bu tip bir yaklaşım söz konusu olmuştu ama elbette pek çok ekip WCF’ den korkmuş(biraz da benim yüzümden) ve uzak durmaya çalışmıştı. Kazananları harika ödüller bekliyordu. Hatta kazanamayanları bile T-Shirt’ ler, USB disc’ ler, çıkartmalar, İngilizce eğitimler için indirimler vb…Doğruyu söylemek gerekirse Microsoft’ un bu konudaki desteğine epey epey şaşırmıştım. (Zamanında bizden fazla sayıda gelen Pizza’ ların parasını isteyen, ulaşım masrafları konusunda hemen heme sıfır yardım sunan bir yazılım firmasından bahsediyorum)
Etkinlik boyunca yiyecek ve içecek gibi bir sıkıntımız olmadı. Pizza’ larımız, sanduviç’ lerimiz, bol bol içeceğimiz ve hatta unoffical sponsorumuz Red Bull’ larımız bile vardı Ve tabi pastamızda. 7 aralık günü sevgili Ercan Bozkurt hocamızın da doğum günüydü. Onu da kutladık elbette.
El birliğiyle çalıştık. Yeri geldi içecek servisi bile yaptık. Gecenin o saatinde bile olsa kolaları itina ile dizdiğim bardaklara itina ile koymaya çalışmıştım
Saatler ilerledikçe elbette herkes yorulmakta ve gelen uyku ile baş etmeye çalışmaktaydı. Üstüne üstelik bu uykusuzluğun içerisine ben de WCF gibi bir kabus katmıştım. Arada bir köşeye kıvrılarak uyuyan pek kimse görmemiştim ama uykuya daldıkları ilk fırsatta eminim ki peşlerinden onları kovalayan bir süvari olmuştur. Ateşten alevler içerisinde yanan ve kabzesinde “WCF has you” yazan kılıcı ile.
Derken yarışma vakti geldi ve ekipler parçalara ayrılarak uygulamalarını el birliği ile geliştirmeye başladılar. Bizim görevimiz onlara takıldıkları noktalarda yardımcı olmaya çalışmak ve çözümler için biraz olsun fikir verebilmekti. Bu bizim için de (en azından benim için) inanılmaz bir mücadeleydi. Farklı konfigurasyonlar, farklı uygulama talepleri, farklı IIS’ ler, farklı ortamlar nedeni ile çalışmayan basit WCF servisleri vb…
Tabi bu turlar sırasında hatıra fotoğrafları çektirmeyi de ihmal etmedik Yeri geldi bilgisayarlar karşısında derin düşüncelere dalmak zorunda kalıp elimizin kolumuzun bağlandığı hissine kapıldık.
Oylama öncesi heyecanlandık. (Gün sona ermekte olduğu için miydi yoksa yazılan ürünleri göreceğimiz için miydi tam olarak bilemiyorum)
Sabah gün doğumu sonrasında ise oylamalardaydık.
Yorucu geçen gecenin ardından soluğu, kazınmakta olan midelerimizin bağrışlarını yatıştırmak maksadıyla Edirne Merkez’ de yer alan bir kafe de aldık. Ben tüm kahvaltı tabaklarını mideye indirebilecek kadar aç olduğumdan pek çok kişiyi iştahımla şaşırtmış ama göbeğim sayesinde bu şaşkınlığı bir nebze olsun azaltmayı da başarabilmiştim. Herkes bir noktaya kadar beni doğal olarak karşılamıştı. Ama acıkmıştım işte
Kavvaltı sonrası ise başka bir mekana geçelim ve kahve içmeye devam edelim istedik. Hem de öğleden sonra yola çıkmadan önce biraz da soluklanır ve dinlenirdik diye düşünmüştük.
Leman Kültür’ ün açık olduğu sokaktaki bir kafeye girdik. Daha önceki bilişim etkinlikleri için geldiğimiz Edirne’ de aynı kafeye bir gece vakti girmiş ve neredeyse iğne atsanız yere düşmeyecek mekanda zar zor da olsa bir yerlere sıkışmayı başarmıştık
Ama şimdi kafe bizim sayemizde sabahın o saatlerinde insan yüzü görmüştü. Belki de çalışma yaşamında ilk kez oluyordu bu. Ortam da yer alan tavan sobaları ise o soğuk Edirne iklimini alıp tropikal bir hale getirmeye yetmişti bile. İlerleyen vakitlerde elbette yorulanlarımız ve bulundukları sandalye de kıvrılarak bir parça da olsa uyuyanlarımız oldu. Sıcak ortamın buna katkısı da yatsınamazdı.
Edirne Ciğerini ise es geçmedik. Girmek için epey bir sıra bekledik, içeride yer bulamadık ama dışarıda da olsa oturduk ve tattık.
ve nihayetinde İstanbul’ a dönüş yoluna koyulduk. Toplam da 36 saatten biraz daha uzun bir süre ayakta uykusuz geçirmiştik. Arada araç kullanmış, ders anlatmış, tramway ve metrobüslerde milimetre kare de yol almıştık…Çok yorulmuştuk…Ama ne vardı biliyor musunuz? Tüm bu yorgunluğa değmişti. Teşekkürler Trakya Üniversitesi.
Etkinlik boyunca pek çok fotoğraf çekildi. Şuradan , buradan ve oradan bakabilirsiniz Bir başka etkinlikte görüşmek dileğiyle.